Tüm dünyanın devrimci proletaryası Çin veya Hindistan’ın millî bağımsızlık mücadelesini kayıtsız şartsız destekler… Aynı zamanda 4. Enternasyonal, geri kalmış halkları, gecikmeyle kurulmuş bağımsız devletlerinin artık bağımsız demokratik bir gelişmeye güvenemeyecekleri mevzusunda açıkça ikaz eder. Çürümekte olan kapitalizm tarafından çevrili ve emperyalist çelişkilere batmış geri kalmış bir devletin bağımsızlığı kaçınılmaz bir şekilde yarı hayali olacak ve siyasî rejimi, beynelmilel sınıf çelişkilerinin etkisi ile dış baskılarla kaçınılmaz olarak halka karşı bir diktatörlüğe dönüşecektir. (Troçki, Emperyalist harp ve küresel proleter ihtilal, mayıs 1940)
Hindistan, Pakistan ve Çin arasında parçalanmış Keşmir
Etnik ve dinî bölünmeleri daima körüklemiş olan Britanya devleti eski “Hindistan İmparatorluğu’nun” bağımsızlığını kabul ettiği zaman yerel sömürgeci sınıflar (yükselişteki burjuvazi, büyük toprak sahipleri) bu kıta parçasını birleştirmekten aciz kalmışlardır. İşçi sınıfı, millî burjuvaziye boyun eğmekle Britanya devleti ile uzlaşma isteği arasında gidip gelen SSCB’nin Stalinci bürokrasisinin rehberlik ettiği Hindistan Komünist Partisi’nin politikası sebebiyle bağımsızlık için ve tüm baskılara karşı mücadelenin başını çekmemiştir.
Tüm sömüren sınıflar, sömürgeci gücün ayrılmasını müteakip baskın sınıf haline gelebilmek maksadıyla ideolojik taban olarak değişen derecelerde dini kullanmışlardır:
- Hindistan Ulusal Kongresi, ki kıta parçasının tümünün başını çekmek isteyen Hindu burjuvazisinin en önemli partisidir. Bunun için, Kongre Partisi, laik, federalist ve hatta 2. Cihan Harbi sonrasında birçok burjuva milliyetçinin yaptığı gibi “sosyalist” olduğunu öne sürmüştür.
- Tüm Hindistan Müslüman Birliği, ki Hindistan’da azınlıkta kalmaktan korkan Müslüman kapitalist ve toprak sahiplerinin en önemli temsilcisi olmuştur, açık bir şekilde ayrılıkçı ve dinci bir çizgi izlemiştir.
- Ulusal Kongre, sömürülen sınıfların boyun eğmelerini ve sosyal ihtilal ile Müslüman halka karşı sağlamak için etnik temelli, ırkçı Hindu milliyetçiliğine güvenen Hindutva hareketinin rekabetine maruz kalmıştır.
Özellikle, sömüren sınıfların bölümlerinin rekabeti neticesiyle eski Hindistan İmparatorluğu 1947 senesinde kanlı bir şekilde bölünmüş, en az 500000 kişi ölmüş ve 15 milyon kişi yerinden olmuştur (Hindular ve Sihler bir yana, Müslümanlar bir yana). Bunun ardından birbirine düşman, her biri kendi millî efsanesine ve bastırdığı etnik, dinî veya dilsel azınlıklarına sahip üç değişik burjuva devlet ortaya çıkmıştır.
- Hindistan Birliği, ki çoğunluğunu Hindular oluşturmuştur,
- Pakistan İslam Cumhuriyeti, ki büyük çoğunluğunu Müslümanlar oluşturur,
- Demokratik “Sosyalist” Sri Lanka Cumhuriyeti, ki çoğunluğunu Budistler oluşturur.
1949 ila 1952 seneleri arasında (ekonomik ve kültürel geri kalmışlığın, Stalinci partinin başı çekmesinin ve ayrıcalıklı bir bürokrasi haline gelmesinin sınırladığı) sosyal ihtilalin yer aldığı Çin’in aksine, kıta parçası bölünmekle kalmamış, aynı zamanda kapitalizm öncesi üretim ilişkileri devam etmiş, dinî sınıflar büyümüş, kadınlar ise çok yavaş ve sınırlı bir şekilde özgürleşmiştir… Hindistan burjuva devleti, bozulmuş, dejenere SSCB işçi devletine bel bağlamışken Pakistan burjuva devleti ise hegemonyasını sağlamış emperyalizme güvenmiştir. Çin bürokrasisi, askerî tehdit ile ekonomik ablukayı bertaraf etmek için 1972 senesinde beklenmedik bir şekilde yüzünü Amerikan emperyalizmine dönmüştür. Pakistan ve Sri Lanka’ya Hindistan’a karşı destek vermiştir.
Hindistan ve Pakistan uluslararası antlaşmalara rağmen nükleer silahlara sahip olmuşlardır (Pakistan 150 ila 160, Hindistan ise 130 ila 140 savaş başlığına sahiptir). Bölgedeki istikrarsızlık sürmektedir:
- Hindistan ile Pakistan 1947, 1965 ve 1971 senelerinde savaşa girmişlerdir;
- Çin (ki o zaman bürokratik bir işçi devleti idi) 1962 yılında Hindistan ile savaşmıştır;
- Pakistan 1971 senesinde parçalanmıştır, Avami Birliği tarafından yönetilen doğu kısmı, Amerika ve Çin’in destekledikleri Pakistan’ın kalanıyla Hindistan ve SSCB’nin yardımıyla savaşarak ayrılmıştır; bunun neticesi resmi dini gene İslam olan dördüncü bir burjuva devlet yani Bangladeş Halk Cumhuriyeti olmuştur;
- Sri Lanka, Seylanca’yı 1956 senesinde tek resmî lisan olarak ve Budizm’i 1972 senesinde devlet dini olarak dayatmış, bunun ardından ise (halkın %25’ini oluşturan) Tamil azınlık isyana gitmiştir.
İlerici bir yol, yani sosyal ihtilal yolu Asya’da Amerika’nın Vietnam’daki mağlubiyeti ardından açılmış gibi görünmekteydi. Fakat Vietnam’ın bağımsılığının ve kolektif ekonominin tek garantisi olan sosyalist ihtilalin genişlemesi Vietnam bürokrasisinin amacı değildi. Stalinciliğin mirası tam bir felaket olmuştur: Pol Pot’un Angkar’ı 1975 senesinde Kamboçya’nın kentlerini boşaltmış ve tüm ülkeyi dev bir gulag haline getirmiş, 1979 senesinde İran’daki İslamcı karşı devrim Stalinci parti (Tudeh) tarafından desteklenmiş; 1992 senesinde bürokrasi kapitalizmi Rusya’da, Çin’de ve Vietnam’da geri getirmiştir…
Gericilik Orta ve Güney Asya’da tüm şekilleriyle azmıştır. 1980 senesinden 1988 yılına dek İran’la Irak kanlı bir savaşa girişmiştir: bu, bir yandan Humeyni’nin İran milliyetçiliği ile karşı devrimi sağlamlaştırmasını sağlamış, diğer yandan ise Saddam Hüseyin Amerika Birleşik Devletleri tarafından 1978-79 ihtilalinin zayıflattığı İran ordusunun zaafından istifade etmeye cesaretlendirilmiştir. 1991 senesinde, büyük bir emperyalist koalisyon Irak’ı işgal etmiş ve büyük tahribatta bulunmuş, ardından da ülkeyi acımasız bir abluka altına almıştır. Afganistan’da, Taliban’ın (1978 senesinden itibaren Pakistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen) İslamcı karşı devrimi 1997 senesinde muzaffer olmuştur. 2001 senesinde Amerika Birleşik Devletleri Afganistan’a karşı bir koalisyon kurmuş ve ülke işgal edilmiştir. Hindistan’da Ulusal Kongre partisi hükumetleri 1991 senesinden itibaren büyük çapta özelleştirmelere gitmişler; 2011 senesinde HKP-M, yani HKP’nin Maocu bir bölünmesinden ortaya çıkmış olan parti 1977 senesinden beri yönettiği Batı Bengal’de seçimleri kaybetmiş; geleneksel burjuva parti yani Ulusal Kongre 2014 senesinde genel seçimlerde Hindutva’ya ait dinci ve faşizme kayan Bharatiya Janata Party (Hindistan Halk Partisi’nin) gerisinde kalmıştır. Bangladeş’de Avami Birliği 2001 ila 2008 arası başka bir burjuva parti olan ve İslamcılar ile ittifak kuran Bangladesh Jatiyatabadi Dal (Bangladeş Milliyetçi Partisi, BNP) tarafından mağlup edilmiştir. 2003 senesinde Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya Irak’ı işgal etmişlerdir. Nepal’de Maocu gerilla, Pekin’in emri üzerine 2006 senesinde iktidarı ele geçirmekten vazgeçmiştir; iki Stalinci-Maocu parti bundan beri burjuva devleti sağlamlaştırmakla meşguldürler. Sri Lanka’da ordu Tamil isyanını 2009 senesinde Çin ile Pakistan’ın yardımıyla ezmiştir. Birmanya’da 2012’den beri ordu, Rohingya azınlığına baskı uygulamaktadır. 2014 senesinde El Kaide’den türemiş olan İslam Devleti, Irak ve Suriye üzerindeki büyük bir alanda hilafet ilan etmiştir. 2018 senesinde Amerika Birleşik Devletleri İran ile imzaladıkları antlaşmadan çekilmiş ve yeniden ekonomik abluka kararı almıştır. Pakistan’da gizli servisler cihatçılara yardım etmeyi sürdürmektedir (Amerikan ordusu Bin Ladin’i Pakistan’da öldürmüştür); Hindistan’da İslamcı terörizme destek vermeye devam etmektedirler: şubat 2019 tarihinde en son saldırı Puvalma’da (Cemmu ve Keşmir) 40’tan fazla askerin ölümüne sebep olmuştur. Afganistan’da Taliban ülke topraklarının çoğunluğunu kontrolü altında tutmaktadır ve siyasi olarak sağ kanadında İslam Devleti’nin rekabetine maruz kalmaktadır.
Keşmir, üç devlet arasında bölünmüş bir Himalaya bölgesidir:
- Hindistan (Cemmu ve Keşmir’de 13 milyon nüfus),
- Pakistan (Gilgit-Baltistan’da ve Azad-Keşmir’de 6 milyon nüfus)
- Çin (1950 senesinden beri Aksay Çin’de, 1962 senesindeki ilhaklarda ve 1963 senesinde Pakistan tarafından verilen Şaksgam Vadisi’nde 300000’i aşmayan nüfus)
Hudutlar tartışılmaktadır: Çin, (günümüzde Hindistan’a ait olan) Arunaçal Pradeş’in kuzeyinde hak iddia etmekte, Hindistan ise Aksay Çin (Çin hudutları içinde), Azad-Keşmir ve Baltistan (Pakistan hudutları dahilinde) üzerinde talepte bulunmakta, Pakistan da Cemmu ve Keşmir’i (Hindistan’a bağlı) istemektedir.
Stalinciliğin mirasçılarının iddia ettiklerinin aksine, Hindistan ile Pakistan artık “derebeylik” değildirler çünkü ekonomilerinde uzun zamandır kapitalist üretim şekli baskındır, ayrıca Çin “sosyalist bir pazar ekonomisi” değildir çünkü bürokrasinin kapitalizmi geri getirme kararından beri ekonomi kolektif ve planlanmış değildir.
Bu devletler azınlıklara baskı uygulamaktadırlar ve buna Keşmir halkları da dahildir. Çin Keşmir’inde Aksay Çin’in hiçbir idari özerkliği yoktur (Sincan’a bağlı Hotan valiliğinde, Hotan ilçesinin bir bölümünü oluşturmaktadır); Standart Çince idarenin lisanıdır (halbuki halk Hintçe, Nepal dilini veya Tibetçe konuşur); burayı 1950’li yıllardan beri kateden 219 numaralı otoban bilhassa Tibet ve Sincan’ı birbirine bağlamak amacını gütmektedir. Pakistan Keşmir’inde devlet 1947 senesinde Müslüman olmayanları kovmuş ve kendi Keşmir’ini ikiye bölmüştür: Azad-Keşmir hukuki alanda özerklikten faydalanmaktadır halbuki halkı çoğunlukla Şii olan Gilgit-Baltistan, İslamabad’ın doğrudan kontrolü altındadır. Hindistan devleti kendi Keşmir’inde çok sayıda asker bulundurmaktadır, özerkliğini yakın geçmişte iptal etmiş ve bölgeyi ikiye bölmüştür.
Hindistan devleti Müslümanların haklarını ayaklar altına almıştır
1947 senesindeki taksim esnasında nüfusun ekseriyetini Müslümanların teşkil ettiği fakat Budist ve Hindu azınlıkların da bulunduğu Cemmu ve Keşmir mihracesi Hari Singh, geniş bir özerklik tanınması kaidesiyle Hindistan’a katılmaya karar vermiştir. Hindistan Anayasasının 370. maddesine göre, Yeni Delhi parlamentosunun oyladığı kanunlar, savunma, dış işleri, finans ve iletişim alanları dışında Keşmir’de uygulanmazlar. Keşmir’in ceza kanunu farklıdır. Diğer alanları kapsayan kanunların Srinagar parlamentosu tarafından onaylanması gerekir.
Birçok burjuva Hindistan partisi için bu durum kabul edilebilir olmamıştır. Bilhassa oluşumundan beri BJP, Cemmu ve Keşmir’in özerkliğine son vermek istemiştir. 2014 senesinde Narendra Modi, BJP’nin galip geldiği genel seçimlerin ardından başbakan olmuştur. 2014 senesindeki seçim kampanyasında köylülerin gelirlerini ikiye katlama, her sene 200 milyon kişilik istihdam yaratma, Çin’i örnek alma ve senelik asgari %9 ila %10’luk bir büyümeyle Hindistan kapitalizmini büyük bir güç haline getirme (“ideal Hindistan”, “mükemmel Hindistan”) vaatlerinde bulunmuştur.
İktidarda, federal hükumet çevreye verilen zararları görmezden gelmiş ve işçi sınıfına karşı saldırılara devam etmiştir: asgari maaşın blokajı ve mesai saatlerinin esnekliği (günlük 8 saat sınırı kaldırılmıştır). Hindistan, Suudi Arabistan’dan sonra en çok silâh ithal eden ikinci ülkedir. Bunun neticesi olarak İsrail, Rusya ve Fransa Hindistan hükumetine destek olmaktadırlar.
Birkaç ay evvel dünyadaki en büyük demokrasinin başına tekrar seçildiniz, 900 milyon Hintli sandığa gitti ve açık bir seçimde bulundu. Bu sizin için bir zaferdir ve bundan dolayı sizi tekrar tebrik ederim, ama aynı zamanda bu, Hindistan’daki demokratik canlılığının işaretidir. (Macron Modi’ye, Chantilly, 22 ağustos 2019)
BJP hükumeti, Hindistan kapitalizminin zayıf yönleriyle ve daha elverişsiz bir küresel ortamla karşı karşıya kalmıştır. Hindistan, 2018 ila 2019 senelerinde ekonomik büyümede yavaşlama (bir yıldır +%5 halbuki önceki sene bu +%8,2 olmuştur), yatırımlarda düşüş (2018 senesindeki %10 orana karşı %5), hatırı sayılır hizmet ihracatına rağmen ticarette zayıflama (emtia alışverişindeki mali açık 2017 ila 2018 senelerinde -160 milyar dolardan 2018 ila 2019 senelerinde -180 milyar dolara ulaşmıştır), bankaların kırılganlığını ve işsizliğin artışını yaşamıştır.
Mart 2018 tarihinde on binlerce çiftçi Bombay’de (Maharaştra), kasım ayında Kalküta’da (Batı Bengal) ve aynı ayda Yeni Delhi’de (federal başkent) gösterilere bulunmuşlardır. Sosyal hoşnutsuzluk o denli yüksektir ki bu, sendikal yönetimleri (HKP-M’ye bağlı CITU, HKP kontrolündeki AITUC, burjuva Ulusal Kongre tarafından yönetilen INTUC…) 9 ocak 2019 tarihinde 48 saatlik millî bir grev çağrısında bulunmaya mecbur bırakmıştır, bu grev siyasî otoritelerin, patronların ve polisin baskısına rağmen büyük yankı bulmuştur çünkü 200 milyon maaşlı çalışan iş bırakmıştır.
Nisan-mayıs 2019 genel seçimlerini kazanabilmek için Modi ve partisi, milliyetçi, dinci ve militarist demagoji yarışına girmişlerdir. BJP, Lok Sabhan (yani milletvekilleri kamarasında) 543 koltuktan 303’üçünü alarak galip gelmiştir. Bölgesel burjuva partiler ile oluşturduğu blok oyların %45,5’ini almıştır (2014 senesinden beri oylarını %6,6 arttırmıştır). Ulusal Kongre’nin bölgesel burjuva partiler ile oluşturduğu blok ise oyların sadece %27’sini almıştır (oylarını %3,3 arttırmıştır) ve Ulusal Kongre sadece 52 milletvekili çıkarabilmiştir. HKP-M, HKP ve RSP’nin burjuva DMK ve BBC partileriyle oluşturduğu Sol Cephe adlı küçük halk cephesi oyların sadece %2,6’sını alabilmiştir (oyları %1,4 düşmüştür) ve 6 milletvekili ile sınırlı kalmıştır.
“Dünyanın en büyük demokrasisi”, burjuva bir demokrasidir, emekçi kitleler için sınırlıdır ve sermaye tarafından yozlaştırılmıştır. Sosyal ağlarda baskın olmak için, ki buna BJP tarafından yayılan yanlış haberler de dahildir, siyasî partiler 9 milyar dolara denk gelen harcamada bulunmuşlardır (ki bu kaynak esasen kapitalistler tarafından sağlanmıştır): Ulusal Kongre lideri Rahul Gandhi’nin Müslüman olduğu bu yanlış haberlerden biridir. Milletvekillerinin %43’ü hakkında yasal takip devam etmektedir (29 Ulusal Kongre milletvekili, 116 BJP milletvekili), yalnız bir milletvekili tek başına 204 suçlamayla karşı karşıyadır, 19 milletvekili kadınlara karı şiddetle itham edilmektedir, 30’u adam öldürmeye teşebbüsle, 11’i adam öldürmekle suçlanmaktadır… Bunların arasında BJP milletvekili Pragya Singh Thakur hakkında, onlarca ölü ve yüzlerce yaralıya yol açmış 2008 senesinde camilere karşı bombalı saldırılarda bulunduğu şüphesi mevcuttur. Çünkü bu Hindutva şovenleri sadece sözde kalmamaktadırlar: inek eti yemekle suçlanan Müslümanların linç edilmesi; Müslüman Rohingya mültecilerin Birmanya’ya geri gönderilmeleri; 22 şubat tarihinde Cemmu ve Keşmir’e takviye güçlerin gönderilmesi ve muhaliflerin hapse atılması; Hintli hava kuvvetlerinin 26 şubat 2019 tarihinde Balakot’a (Pakistan) saldırı düzenlemeleri; Assam eyaletinde 2 milyon Müslümanın Hindistan vatandaşlığından çıkarılması…
Temmuz ayının sonunda, Hindistan devleti zaten Cemmu ve Keşmir’de olan 700000 asker ve polise takviye olarak 50000 asker daha göndermiş ve ecnebileri bölgeden çıkarmıştır. 5 ağustos tarihinde mobil iletişim kesilmiş, okullar tatil edilmiş, bölgenin bir kısmında sokağa çıkma yasağı uygulanmış, tüm siyasî parti liderleri ev hapsine ve 4000 kişi gözaltına alınmıştır.
Aynı gün, İçişleri bakanı Amit Şah Rajya Sabha’ya yani BJP’nin azınlıkta olduğu federal senatoya anayasanın 370. maddesinin iptal edilmesini öngören bir kanun tasarısı sunmuştur. Bu, üçte iki çoğunlukla kabul edilmiştir. Keşmirlilere ise danışılmamıştır. Cemmu ve Keşmir’in özerkliği iptal edilmiş, eski eyalet parlamentoları olmayacak şekilde iki “Birlik toprağı” olarak bölünmüş ve doğrudan merkezî hükumete bağlanmışlardır. Bundan böyle başka eyaletlerde yaşayan Hintliler Keşmir’de toprak satın alabilecek, idaresinde iş bulabilecek ve ikâmet ediyorlarsa yerel seçimlerde oy kullanabileceklerdir.
Yasal büyük işçi partilerinin milletvekilleri, yani HKP ile HKP-M milletvekilleri Cemmu ve Keşmir’e gitmeye çalıştıklarında Modi ve Ajit Doval’ın polisleri tarafından engellenmektedirler.
Çin, BM’nin Güvenlik Konseyi’nin ivedilikle Pakistan’ın protestosunun incelenmesini talep etmiştir. 16 ağustos tarihinde Konsey toplanmış ancak Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya, Fransa ve Rusya’ya karşı yalnız kalmıştır.
Birkaç hafta sonra, 20 eylül tarihinde, Modi hükumeti şirketlerin gelir vergisini azaltmıştır (beyan edilen kârın %30’undan %22’sine) ve bunu 1 nisandan itibaren geriye dönük olarak uygulamıştır.
Keşmir’de ve tüm kıta parçasında sosyalist ihtilal için
Cemmu ve Keşmir’deki askerî işgal ve haberleşmenin kesilmesi sebebiyle Hindistan devletinin bu yaptıklarına karşı direnişin hangi boyutlara ulaştığını bilmek zordur. BBC, Srinagar’da cuma namazının ardından gösterilerde bulunan 10000 kişilik bir kalabalığın videosunu yayınlamıştır. Geçmiş senelerdeki baskı ve askerî varlık yüzünden zaten körüklenen halkın millî duyguları Modi, BJP ve diğer şoven partilerin yakın geçmişteki uygulamaları tarafından muhakkak şiddetlenmiştir.
Ancak Keşmir halkı Pakistan burjuvazisine ve onun devletine hiçbir şekilde güvenemez: Hindistan Müslümanlarının davası bu burjuvazi için sadece Hindistan’a karşı baskı yapma aracı ve bir gün topraklarını genişletme imkânından öteye gitmez. Cemmu ve Keşmir’in Müslüman olmayan sakinleri ise böyle bir durumda kendilerini bekleyenin etnik temizlik olduğunu bilirler. İslamcı partiler demokrasinin düşmanıdırlar ve tabiatları gereği Cemmu ve Keşmir ile Hindistan’ın nüfusunun diğer kesimlerine hitap etmekten acizdirler.
Demokratik olsun veya olmasın, büyük güçler hiçbir zaman halkların haklarını umursamamışlardır ve Güney Asya devletlerini dünyada kendi baskınlıklarını devam ettirmek veya bu baskınlığı kendine çekmek için kullanılacak avantajlar olarak görürler.
Keşmir’de, Hindistan’da ve tüm bölgede demokrasi için mücadelenin başını çekebilecek sosyal sınıf işçi sınıfıdır. Sayısal olarak Çin’de, Hindistan’da, Pakistan’da, Bangladeş’de, Vietnam’da… önemlidir. Bu sınıfın Cemmu ve Keşmir’in özerkliğini müdafaa etmeli, Hindistan, Pakistan ve Çin ordularının Keşmir’i terk etmelerini talep etmeli, tüm Keşmir halkının kendi kaderini kendisi tayin etme hakkı için, din ile devlet işlerinin ayrılması, kadınların eşit haklara sahip olması için mücadele etmelidir.
Proletarya, sadece dinî, etnik ve cinsel azınlıklara hitap etmekle kalmamalı, aynı zamanda kadınlara, emekçi köylülere, askere çağrılanlara ve öğrenimini sürdüren gençliğe onların meşru taleplerini müdafaa ederek hitap etmelidir. Proletarya, toplumun istikbalini savunmaktadır; çevre, konut, sağlık, eğitim, ulaşım… Hiçbir şekilde ecnebi ve millî kapitalistlere karşı gelecek olan kendi isteklerinden vazgeçmemelidir (mesai süresinin kısaltılması, maaşların arttırılması, iş güvenliği, işçi kontrolü, vs.).
Ezilenler ve işçi hareketi Hindutva’nın faşist çetelerine, polise ve orduya karşı kendilerini korumalıdır. Şayet işçi sınıfı her alanda (siyasî, ekonomik ve ideolojik) kararlı bir şekilde mücadele etmezse, eğer 1917 senesindeki gibi bir Bolşevik bir parti kurmazsa ne demokrasiyi savunabilir, ne de sömürüyü garantileyen, halklarının büyük kitlelerine baskı uygulayan ve aralarında doğrudan ve dolaylı olarak Keşmir halklarının sırtından savaşan devletleri yıkabilir.
İşçi sınıfı nihayet Stalinciliğin zehirli mirasından ve onun sömürülenleri burjuvazinin şu ya da bu fraksiyonuna tabi eden “emperyalizm karşıtı birleşik cephesinden” kurtulmalıdır. Emekçilerin silâhlanması, işçi şûralarının iktidarı ve Sosyalist Güney Asya Birleşik Devletleri perspektifini hayata geçirmek gerekmektedir.
Hİndistan’da mevcut olan devrimci gruplar şu anda tüm Hintli işçi (HKP, HKP-M, AITUC, CITU, HMS, INTUC…), köylü ve öğrenci teşkilatlarının Cemmu ve Keşmir’in özerkliği, Hintli baskı güçlerinin geri çekilmesi ve Assam’da vatandaşlıktan ihraç edilen Müslümanlara vatandaşlığın geri verilmesi için mücadele edecek birleşik cephesinin kurulması için mücadele etmelidirler. Dağılmış enternasyonalist komünistler en kısa zamanda uluslararası öncülerle ilişki halinde ve Komünist Birlik, Komünist Enternasyonal ile 4. Enternasyonal’in programları temelinde tüm Hindistan’ı kapsayacak devrimci bir teşkilat kurmak için birleşmelidirler.