Birleşik Metal’in Satış Sözleşmesi Vesilesiyle Sendikal Bürokasi Üzerine Sesli Düşünceler (PD/Türkiye)

130 bin metal işçisinin grev iradesi sendikal bürokasinin ayak oyunlarıyla gasp edildi. Önce Türk-Metal’in satış sözleşmesi geldi, ardından grev kararı konusunda mangalda kül bırakmayan, olası bir grev yasağını tanımayacağını ilan eden Birleşik-Metal, Türk-Metal’in imzaladığı sözleşmenin fotokopisini işçilere dönüş yapmadan imzalayarak grev tehtidini sermaye lehine ekarte etmiş oldu. Metal’de yaşanan toplu sözleşme süreciyle birkez daha şunu gördük ki, sektördeki tüm sendikalar işçilerin mücadelesini frenlemek, sistem içinde tutmak için çalışan sermayenin emniyet kemerinden başka birşey değildir. Birleşik-Metal son satış sözleşmesinden sonra Sosyalist solun bu konuya müdahil oluşunu şu şekilde somutlayabiliriz. Ya bu süreci görmezden görüp geçiştiren bir tutum sergiledi yada sendikal bürokasiye karşı eleştiriler getirmekle yetindi. BMİS’in satış sözleşmesine eleştirel yaklaşımların genel ortak özelliği; sendikal bürokasiye karşı bir mücadele perspektifi ve programından tamamen yoksun olmalarıdır. Sorun sadece bürokatların pasif ve mücadele kaçkını olmalarına bağlanmaktadır. Sendikal bürokasinin kendisiyle bir hesaplaşma söz konusu değildir. Çözüm olarak ya yeni mücadeleci sendikaların kurulması önerilmekte yada içeriden bir değişim öne sürülmekte oda yalnızca sendika yönetiminin mücadeleci, devrimci kişilerin eline geçmesinde somutlanmaktadır. Köklü bir şekilde sendikaların masaya yatırılması, sendikal bürokasiyle köklü bir hesaplaşmaya gidilip sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap veren teşkilatların inşası sosyalist hareketlerin gündemine dahi henüz girmiş değildir. Bu makalemizde metaldeki satış sözleşme sürecini, sendikaların durumunu, sendikal bürokasinin işlevini irdeleyeceğiz.

Birleşik Metal’in Satış Sözleşmesi Süreci

Uzunca süren metaldeki toplu sözleşme süreci işçilerin öfkesini boşaltan, onları oyalayan, kapalı kapılar ardında gerçekleşen ayak oyunlarıyla sektördeki 3 sendikanında aynı sözleşmeye imza atmasıyla, ikinci metal fırtına dalgası geçici olarak sermaye ve hükümet lehine bertaraf edildi. Çelik-İş ve Türk-Metal’in sözleşme imzalamsıyla birlikte gözler Birleşik-Metal’in üzerine çevrilmişti. Birleşik-Metal Gebze’de yaptığı TİS kurulu toplantısıyla grev kararı almıştı. Birleşik-Metal ısrarla greve gideceğini, olası bir grev yasağını tanımayacağını belirterek « Gemileri yaktık geri dönüş yok » imajı vermişti. Birleşik-Metal TİS kurulu Gebze’de grev kararı alırken « Heryer Kavel heryer direniş »  » İşgal, grev, direniş » sloganını atmıştı. Bu kadar iddialı çıkışlar yapan Birleşik-Metal greve 3 gün kala MESS ve Çalışma Bakanlığı’nın çağrısıyla Ankara’da görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeden işçilerin tüm talepleri ve grev kararı üzerine atılan onca nutuk çöp oldu. Birleşik-Metal, Türk-Metal’in imzaladığı sözleşmenin karbon kopyasına imza atmıştı. Bunu yaparkende ne üyelere danıştı nede tabandan bir onay aldı. Sözleşme imzalandıktan sonra, Birleşik-Metal yönetimi Çalışma Bakanlığına teşekürlerini sunmayı bir borç bildi. Aynı şekilde Türk-Metal’de sözleşmeden sonra MESS’e teşekür etti. Görece muhalif mücadeleci pozlara bürünen Birleşik-Metal uzun yıllardır işçinin grev iradesini gasp etmekte, sarı olarak nitelendirdiği TM’nin sözleşmelerinin kopyasına imza atmaktaydı. Grev yasaklarına biat etmekte, mücadeleyi iş yeri düzeyine indirgeyip, işçileri pasifize etmek Birleşik-Metal’in karekteristlik özelliğine dönüşmüştü. Birleşik-Metal’de sektördeki diğer sendikalar gibi patronların ve devletin işçileri kontrol altında tutma aparatından başka birşey değildi.

SENDİKALARIN DURUMU

Ekonomik krizin çığ gibi büyüdüğü, emekçi yığınlarda büyük yıkımlar yarattığı bugünlerde, en aktif olması gereken sendikalar ölüm sesizliğine bürünmüş vaziyette. Hantal bürokasinin tüm sendikaları kuşattığı, mücadele etmeye karar veren işçilerin mücadelesini geriletmek ve onu dizginlemek dışında sendikaların bugün hiçbir faaliyeti yoktur. Özellikle 15 Temmuz başarısız askeri darbesinden sonra sendikalaşmanın ve işçi mücadelesinin üzerine olaganüstü baskılar gelmektedir. Grev yasakları, örgütlenmenin önündeki yasal ve fiili baskılar artsada, sendikal bürokasi mücadeleyi dizginleyen pozisyonlar takınsada herşeye rağmen işçi mücadelerinde gözle görünür bir artış söz konusudur. Sendikal bürokasinin pasifist uzlaşmacı tutumlarından dolayı işçilerin sendikaya olan güvenleri sürekli azalsada, yinede sendikalaşma oranlarında artış yaşanmaktadır. Son bir yılda 100.000’e yakın işçi sendikalı oldu. Sendikalar devlet ve sermayeyle birleşmiş dev bürokatik aygıtlar olsada örgütlenmeye karar vermiş işçilerin ilk başvurdukları yer olma özelliğini hâla korumaktadır. Bu alternatifsizlikten dolayı işçilerin mücadelesi gelişmemektedir. Bugün Türkiye’de sendikalı işçi oranı %12, 8 düzeyindedir. 110 sendika %1 barajını aşamadığı için yasal olarak toplu sözleşme haklarından yoksundurlar. Türkiye’de işçi sınıfının ezici çoğunluğu örgütsüz ve sendikasızdır. Ülkede en çok üyeye sahip olan sendikalar Erdoğan diktatörlüğüne bağlı bir birimden öte bişey değildir. Görece solcu görünen tabelasında « Devrimci » yazan DİSK içinde durum diğer sendikalardan çok farklı değildir. Erdoğan iktidarı boyunca işçi sınıfının tüm kazanımlarına karşı gerçekleştirdiği saldırılar karşısında DİSK , üretimden gelen gücünü kullanmaktan kaçan, pasifist günü kotaran eylemlilikler izledi. Mücadeleyi iş yerine hapseden, ücret sendikacılığı izlemektedir. Radikalleşen işçi mücadelerinin önünde hep emniyet kemeri rolü gördü. Özellikle grev yasakları ve metal işçilerinin son sözleşmesindede bu durum çok belirgindir. Bugün kriz ve savaş gündemi konusunda işçi sınıfının harekete geçmesinin önündeki en büyük engellerden biriside DİSK’tir. Patronlar ve devletin işçi sınıfı içindeki emniyet kemeri olan sendikal bürokasiye karşı verilecek mücadele ile Erdoğan diktatörlüğüne ve sermayeye karşı verilecek mücadele içiçe geçmiştir.

Sendikal Bürokasinin İşlevi

Sendikalar yapısı ve işleyişi gereği işçi sınıfının tamamını kapsamamaktadır. Daha çok büyük iş yerlerine ve ağır sanayi sektörlerine kök salmaktadırlar. Sınıf mücadelesinin en güçlü olduğu ülkelerde dahi sendikalar işçi sınıfının %30’unu geçmemektedirler. İşçi sınıfının ezici çoğunluğu yine sendikaların dışında kalmaktadır. Sendikalar görece işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimlerini örgütlerler. Ortaya koydukları talepler sınıfın tamamını değil kendi üyelerinin çıkarlarını temsil ederler. Sendikal bürokasi herşeyden önce işçi aristokrasisine dayanmaktadır. Sınıflar mücadelesinde takınmış olduğu tavır küçük burjuvazinin karekteristlik özelliklerini taşır. Sendikal bürokasi emek ile sermaye arasında yer alır ve üstlendiği nesnel rol bu iki sınıf arasında arabuluculuk yapmaktır. İşçi kitlesine kıyasla,gelir,çalışma koşulları ve yaşam tarzı açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir………..İşçi bürokrasisinin üstlenmiş olduğu ‘temsilci’ ( parlamenter ya da sendikal ) rolü onu büyük patronlarla ve patronların devleti ile gündelik olarak bir araya getirir ve bunlardan koparabileceği tavizler, işçiler arasında sahip olduğu desteğe bağlıdır. Kendi örgütlerini yıkacağı için faşizmi,onun arabulucu rolüne bir son vereceği için devrimi aynı ölçüde birer tehdit olarak gören işçi bürokrasisi çok büyük ölçüde muhafazakar bir niteliğe sahiptir. Her şeyden önce, ‘ denetimi elden kaçabilecek ’ örgütlerini dağıtarak ayrıcalıklarını elinden alacak,egemen sınıfı saldırıya geçmeye kışkırtabilecek ve sınıflar arasındaki nazik dengeleyici güç olma konumunun altını oyabilecek kitlesel eylemlerden korkar. Politik açıdan ihtiyaç duyduğu şey, sosyalizmi sözde bırakan, fiiliyatta pasifliği ve uzlaşmayı olanaklı kılan bir ideolojidir. Kendi ücretini ödeyen sendika örgütlerinin ayakta kalması için işçi sınıfına ihtiyacı vardır ; işçi bürokrasisi için işçi sınıfı yeri geldiğinde patronlardan tavizler koparmak ve bunun karşılığında işçilerden kendi örgütlerine yönelik destek kazanmak üzere savaş alanına sürebileceği yedek ordu gibidir.Ancak ihtiyaç duyduğu işçi sınıfı kendisinin istediği yerde duran ve kendi kontrolü altında olan bir işçi sınıfıdır. (1)
Sendikal bürokasinin işçi sınıfına ve sınıfın devrimci militanlarına her zaman ihtiyaç duyar. Çünkü bürokasinin varlığı işçilere bağlıdır, tek sermayesi işçilerdir. İşçi sınıfının ve sınıfın devrimci militanlarının sendikal bürokasiye ihtiyacı yoktur. İşçiler bürokatlar olmadan sendikayı yönetebilme yetisine sahip olmakla birlikte, sendikalara alternatif kitle teşkilatlarını inşa edebilme tecrübesine ve gücünede sahiptir. Komite, meclis, konsey, sovyet gibi öz örgütlenme teşkilatları deneyimleri işçi sınıfının tarihinde epey yer teşkil etmektedir. Sözü yoldaş Troçki’ye bırakacak olursak: » Sendikalar bundan böyle reformist olamazlar, çünkü nesnel koşullar hiçbir ciddi ve kalıcı reformun yapılmasına olanak tanımamaktadır. Günümüzde sendikalar ya işçilere boyun eğdirmek, onları disiplin altına almak ve devrimin önünü kesmek için emperyalist burjuvazinin ikincil aygıtları işlevini görecekler ya da tam tersine proleteryanın devrimci hareketinin araçları haline geleceklerdir.”(2)
Bu saptama bugünde tüm yakıcılığıyla geçerliliğini korumaktadır. Fakat bugün sendikaların durumu tamamen burjuvazinin ikincil aygıtı konumundadır. Bu durumda önümüze acil yanıtlamamız gereken şu soru karşımıza çıkmaktadır: Peki O Zaman Sendikaları Ne Yapacağız ?
Sendikalar bugün sınıf mücadelesinin önünde büyük bir engel teşkil ettiği gerçeği tüm yakıcılığıyla kendisini göstermektedir. Sendikal bürokasiyi lav etmeden bu engelden kurtulunamayacağı çok acıktır. Peki sendikaları ne yapmalıyız? Komple sırt çevirip kendi kaderine mi bırakmalıyız? Sendikalar kötü diye ayrı sendikalar mı inşa etmeliyiz? Sendikaları içeriden değiştirmek adına tepeden kurulan ilkesiz ittifaklarla sendikal bürokasiyi ele geçirip, bürokasinin sol kanadı mı olmak mı hedeflenmeli? Sosyalist solun öne sürdüğü tüm stratejiler neredeyse bundan ibarettir. Sendikalar tamamen düzenin aygıtın olsada gerek üye tabanı anlamında gereksede faaliyet bölgesi olarak işçi kitle örgütleridirler. Sendikaları komple kapsam dışına bırakmak herşeyden önce örgütlenme iradesini kuşanmış olan işçi sınıfının bir kısmını sendikal bürokasiye bırakmak anlamına gelir. Bu nedenle sendikalara komple sırt çevirmek sınıfın örgütlü kısmını düzene hediye etmek anlamına gelir. O yüzdendir ki devrimci faaliyet alanları arasında sendikalarda olmak zorundadır. Emekçilerin büyük çoğunluğu ister sendikaya üye olsun, ister olmasın sendikal mücadeleye temkinli yaklaşsada son tahlilde sendikaları kendi örgütleri olarak görürler. Kendi çıkarlarını sendikaların savunmasını isterler. Bu nedenle sendikalara sırt çevirmek ne kadar sakat bir tutumsa, sınıf mücadelesini yalnızca sendikalara ve ücret mücadelesine indirgemekte o düzeyde sakat bir eğilimdir. Sendikal bürokasinin lavedilmesi perspektif ile yürütülmeyen her sendikal çalışma düzene entegre olmanın farklı bir biçimidir. Biz devrimci marksistler açısından sendikal bürokasiye karşı mücadele yürütmek sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz köşe taşıdır. Hem devrimci sınıf siyasetini burjuvaziye ve onun devletine karşı savunmak hemde sendikal bürokasinin işbirlikçi yönlerini teşhir edip, sendikal bürokasinin komple lavedilmesi amacı doğrultusunda sendikalar içinde mücadele yürütülmesi gerektiğini savunmaktayız. Sınıf mücadelesindeki görevlerin yalnızca sendikal mücadeleye indirgenmesine şiddetle karşıyız. Komünistlerin asli görevlerinden biri ise işçi sınıfının öz örgütlerinin inşası için faaliyet yürütmekten geçtiğine inanmaktayız. Sendikal bürokasiye karşı mücadelenin ve devrimci bir işçi hareketi inşa etmenin yolunun buradan geçtiğini düşünmekteyiz.

Sendikal Bürokasiye Karşı Mücadele Programı

Sendikal bürokasiyi etkisiz hâle getirebilmek ve nüfus alanlarını daraltabilmek için yürütülecek mücadelenin iki boyutu vardır. Birincisi sendikal bürokasinin nüfus alanının dışında mevziler kazanıp işçi demokrasisinin hakim kılındığı öz örgütlenmelerin inşasını gerçekleştirmek.
İkincisi sendikalar içinde taban örgütlenmelerine dayanan anti bürokatik bir işçi hareketi inşa etmekten geçer. Sendikal bürokasiye karşı salt içeriden yürütülecek bir mücadele yetersiz olacaktır. Çünkü sendikal bürokasinin işleyişi tabanda gelişen muhalefeti tasviye etmeye veya kendi bürokatik mekanizmasına entegre etme konusunda çok mahirdir. İşçi demokrasisinin mutlak hakimiyetinin hüküm sürdüğü sınıfın öz örgütleri inşa edilip kitlesellik kazanmadan sendikal bürokasinin etki alanları kuşatılamaz. Bunun yoluda sendikal bürokasinin ulaşamadığı alanlarda mevzilenmekten geçmektedir. Sendikal bürokasi her zaman aidat garantisi olan, rahat TİS(Toplu İş Sözleşmesi) gerçekleştirebileceği iş yerlerine yönelir. Bunlarda büyük iş yerleridir ve görece sınıfın ayrıcalıklı kesimlerini kapsar. Sendikal bürokasi güvencesiz, taşeron, esnek çalışan, işsiz işçilerle asla ilgilenmez. Çünkü bu alanlarda süreklilik yoktur, süreklilik olmadığı için aidat garantisi ve TİS’e dayalı ücret sendikacılığı için uygun alanlar değildir. Bu alanlarda Çalışma Bakanlığı’nın belirlediği yasal mevzuata göre faaliyet yürütmek mümkün değildir. Bu alanlarda sınıf mücadelesi yürütmenin tek yolu taban insiyatifine dayalı fiili, meşru mücadele yürütmekten geçmektedir. Bu alanlarda sınıf mücadelesi vermek daha baştan düzenin yasalarına sığmamayı göze almak demektir. Bu eksende bir faaliyet örebilmek için ihtiyacımız olan iki temel kategori vardır: Sınıfa karşı sınıf perspektifini kuşanmış bir program ve bu programı pratiğe dökecek araçlar. Ekonomik kriz ve savaş gündeminin eksik olmadığı bu dönemde işçi hareketi örgütsüz, parçalı birbirinden yalıtık hâlde olmakla birlikte olağanüstü bir kalkışmada sendikal bürokasinin frenleyici pozisyonuyla karşıkarşıyadır. Yoksulluk, sömürü, işsizlik ve açlığın veba gibi yayıldığı bu dönemde; işçi-emekçi kitlelerde öfke patlamaları potansiyellerini beraberinde getirmektedir. Fakat proleter devrimciler kendiliğinden bir hareket bekleyip, hareket oluşunca kendilerine dayanışmacı aktivizm görevini biçmezler. Proleter devrimciler böyle süreçlere her dönem hazırlanmak ve sınıfın stratejik noktalarında devrimci perspektiflerin kök salmış bir örgütlülüğe dönüşmesi için faaliyet yürütürler. Her siyasal hareketin hedefi hiç kuşkusuz iktidardır. Komünist hareketinde hedefi iktidardır. Fakat burjuva partilerden ve reformistlerden farklı olarak iktidarı mevcut düzenin daha iyi işletilmesi için değil onun ilgası için isterler. Komünist devrimcilerin hedefi açıktır: Kapitalist dünya düzenini komple lav edip, sınıfsız, sömürüsüz, hudutsuz bir dünya inşa ederek insanlık tarihinin en gelişmiş medeniyete ulaşmasını amaçlar. Komünist hareket faaliyetlerini ve örgütlenmelerini tasavvur ettiği düzenin bugünden alt yapısını oluşturan formatta yürütmek zorundadır. Bir işçi devletinin temelini oluşturan ana unsur, işçi sınıfının öz yönetim organları olan sovyetlerdir. Bu aygıtlar hem doğrudan demokrasi aygıtlarıdır hemde öz örgütlenme aygıtlarıdır. Burjuva demokrasisinin dayatmış olduğu temsili demokrasinin, devlet bürokasisinin burjuva devlet aygıtlarının kökten reddi üzerine kurulur. O yüzdendir ki Komünist devrimciler sınıf içindeki tüm faaliyetlerini sovyetik bir tarzda yürütmek zorundadır. Bunun yoluda işçi demokrasisinin hakimiyetine dayanan öz örgütlenmelerin inşasından geçer.

İş Yeri Komiteleri

İş yeri komiteleri, fabrika komiteleri denince sosyalist sol bu kavramın içini boşaltarak, sendikalist bir tanımlama yapmaktadır. Sınıf çalışmasından sadece ekonomimizm temelli bir sendikal çalışma kavrayışına sahip olan Türkiye sosyalist solunun ezici çoğunluğu, iş yerinde örgütlenmeye mücadeleye kararlı bir kesimle bağ kurduğu zaman ilk hedef olarak sendikayı gösterir. İş yeri komitesini ise sendikalaşma sürecini hızlandırmak, daha disiplinli hareket etmek için gerekli bir araç olarak görür. Sendikalaşma tamamlanınca; iş yeri komitesi kendisini sendikal bürokasinin temsilcilerine veya öncü işçilerin bürokatlaşma sürecine bırakır. Bir daha komiteden ancak TİS süreci tıkanıp grev kararı alınınca bahsedilir. Kurulan komite yalnızca grev sürecinin teknik hazırlıklarıyla ilgilenirken, son söz yine sendikal bürokasinin başkanlar kuruluna aittir. Sendikal bürokatik işleyiş burjuva demokrasisinin temsili demokrasi sisteminin işçi mücadelesinde cisimleşmiş hâlidir. Oysaki işçi komiteleri özünde sendikal bürokasinin aygıtı değildir. İşçi sınıfının öz örgütlenme araçlarından birisidir. İş yeri temelinde inşa edilen bu komiteler her departmanda kurulur. Komite kendi temsilcilerini kendi seçer, istediği zaman seçtiği kişiyi görevden alma hakkına sahiptir. Taleplerini demokratik bir şekilde oylamayla belirler. İş kolundaki diğer fabrikalarda örgütlenme için çaba sarfeder. Fabrikalar arası seçilmiş temsilciler aracılığıyla sektör düzeyinde meclisler oluşturur. Burada kendi eylem kararını alıp, harekete geçer. Sendikal bürokasi ise bu örgütlenmenin önündeki en büyük engeldir. İş yeri komiteleri işlevli olduğu sürece sendika bürokasisiyle arasındaki çelişkiler su yüzüne çıkar. Çünkü komiteler yaygınlaşıp işlev kazandığı oranda, iş yerlerinde ikili iktidar görünümü verir. Sözü yoldaş Troçki’ye bırakacak olursak » Genel bir kural olarak sendika bürokatları kitleleri seferber etmeye yönelik her cesur adımda karşı gösterdikleri direnci fabrika komitelerinin yaratılmasına karşıda göstereceklerdir. Bununla birlikte, bu direnci kırmak, hareketin yayılımı oranında kolaylaşacaktır. Sakin dönemlerde eğer işyerinde tüm çalışanlar sendikalaşmışsa komite, sendikanın alışmış organlarıyla resmen çakışacak, ancak kadrolarını yenileyip, işlevlerini genişletecektir. Ne var ki komitenin başlıca anlamı, onun, sendikaların genellikle ulaşamadığı işçi sınıfı kesimlerinin militan kurmayı hâline gelebilmesidir. Devrimin en esirgemez tabuları özellikle bu çok fazla ezilen kesimlerinden oluşacaktır. Komite ortaya çıktığı andan itibaren fabrikada fiili olarak ikili iktidar kurulur; özü itibarıyla bu, geçiş durumu sergiler, çünkü varlığında iki uzlaşmaz düzeni içermektedir: kapitalist ve proleter düzeni. Fabrika komitelerinin temel önemi burjuva ve proleter düzenleri arasında doğrudan bir devrim dönemi değilse bile bir devrim öncesi döneme yolu açmasıdır. Fabrika komiteleri fikrinin yaygınlaşmasının ne zamansız nede yeri olmadığı birçok ülkede yayılmış olan fabrika işgalleri dalgasıyla yeterince kanıtlanmaktadır. Bu türden yeni dalgalar yakın gelecekte kaçınılmaz olacaktır. Hazırlıksız yakalanmamak için fabrika komiteleri doğrultusunda kampanya zamanına başlamak gerekir. » Patronlar fabrikalarda, iş yerlerinde işçilerin her hareketini, nefes alışverişini bile kontrol altında tutmaya çalışırlar. Bunun için tüm iş yerini kameralarla donatırlar, her tezgahın başına ustabaşlarını, amirleri yerleştirirler bununlada yetinmezler, işçiler arasından patron muhpirleri yaratmaya çalışırlar. Patronlar şunu çok iyi bilirler, eğer işçileri biraz rahat bırakırlarsa kendi aralarında iletişime geçerler ve bu iletişimden doğan etkileşimin sonucu olarak harekete geçebilirler. Aynı şekilde sendika bürokasiside işçileri kendi kontrolleri altında tutmak için biçimsel olarak patronlarınkine benzer yöntemlerle hareket ederler. Kimi zaman sendika bürokatları patronlarla birlikte hareket ederek, işçileri sendikal bürokasinin çizdiği sınırların dışına çıkartmaya çalışan politik sınıf bilinçli işçilerin listesini yapıp işten attırır. Patronunda sendika bürokasisininde amacı aynıdır, işçiler üzerinde kurdukları hegomonyalarını katbetmemek. Fabrika komitelerinin kurulması işçilerin kendi üzerinde yer alan tüm zincirleri kırması ve kendi iradeleriyle hareket edebilme hürriyetini kazanma girişimidir.

Dayanışma Komiteleri

Sınıf dayanışması işçi hareketinin en etkili silahlarındandır. Fakat sınıf dayanışması kavramının düzene tehtit olan kısımları silinmiş ve unutturulmaya çalışılmaktadır. Sınıf dayanışması kavramı işçi hareketini sistem içinde tutacak şekilde revize edilmiştir. Sendikal bürokasi ve onun angajmanında kendisini vareden sosyalist hareketler bu kavramın içeriğini komple oyarak dar sendikalist bir pratiğe hapsetmiştir. Sınıf dayanışmasını yalnızca grev ve direniş olan iş yerlerine bürokatik dayanışma ziyaretlerine, direnişin sesini duyuran haberler yapmaya, zaman zaman da dayanışma geceleri ve erzak yardımlarına indirgendi. Bu saydığımız pratikler elbette dayanışmanın pratikleridir ve asla küçümsenemez. Sorun bu dayanışma pratiklerini yerine getirmekte değil, sorun sınıf dayanışmasını buraya hapsetmektedir. Sınıf dayanışması herşeyden önce, üretimden gelen güçle yani dayanışma grevleri, eylemleri, boykotlarıyla gelir. İşçi sınıfı kitlesel bilinç sıçramalarını her zaman mücadelenin içerisinde öğrenir. Kendi sorunları dışında kendi sınıf kardeşleri için mücadeleye geçen bir işçi, sınıf olarak hareket etmenin bilinç sıçramasına ulaşır. Dayanışma gevleri yaygın bir hal kazanmadan, genel grev, siyasal grev gerçekleşemez. Sınıf dayanışması pratiğine girmeyen bir işçi sınıfı topyekün bir sınıf olarak mücadele etmeyi öğrenemez. Genel grev ve siyasal grevler örgütleyebilme yetisini kazanmanın temeli dayanışma grevlerinin yaygın bir hal almasına bağlıdır. 80 öncesi Türkiye işçi sınıfının içinde dayanışma grevleri ve eylemleri yaygın bir eğilimdi. 12 Eylül askeri darbesinden sonra dayanışma grevleri yasaklandı. Uzun yıllar bu yasağın kalkması talebi, yeniden dayanışma grevleri örgütlenmesi girişimi ne sendikalar nede sosyalist gruplar tarafından dile getirilmemektedir. Bu talep işçi sınıfının mücadelesini düzen sınırları dışına çıkartacak bir hattı temsil etmektedir. Bu hattın önündeki en büyük engel sendikal bürokasi ve onun angajmanındaki sol hareketlerdir. Dayanışma grevlerini yeniden kazanmanın yolu işçi sınıfının öz teşkilatlarının inşasından geçmektedir. Ancak onlar kök saldıkça gerçek anlamıyla bir sınıf dayanışması pratiği sergilenebilir.

İşsizler Güvencesizler Teşkilatı

1970’lerin sonundan itibaren ABD ve Britanya merkezli başlayan neo-liberal dönüşüm süreciyle üretimde ciddi bir parçalanma durumu yaşanmaya başladı. Hakim olan üretim biçminde baştan aşağıya değişim yaşandı. Uzun yıllar boyunca hakim olan fordist üretim modeli işçi sınıfını büyük işyerlerinde kitlesel olarak toplamaktaydı. Bunun sonucu olarak örgütlenmeler ve kitlesel çapta eylemler gerçekleşmekte, işçi sınıfı bir sınıf olarak varlığını sürekli dosta düşmana göstermekteydi. Neo-liberal dönüşüm süreciyle birlikte bu üretim modelinde köklü revizyonlara yol açtı. Büyük iş yerleri biçimsel olarak değişim yaşamadı fakat taşeron sistemiyle işçiler komple parçalanmaktaydı. Aynı iş yerinde bir sürü taşeron şirket çalışmakta hatta taşeronunda taşeronu olmakta bu durum işçileri bölmekteydi. Hizmet sektörününde hızla gelişmesiyle küçük ama zincir iş yerleri sistemi etkin bir şekilde yayıldı. Aynı şirket altında binlerce işçi çalışmakta fakat bu işçiler az kişinin çalıştığı iş yerlerine bölünmekteydi. Neo-liberal dönüşüm süreciyle birlikte 80’li yıllardan sonra taşeronlaşma ve güvencesizlik en yaygın istihdam biçmine dönüştü. Bununla birlikte sendikalaşma ve işçi sınıfının örgütlülüğü yüksek düzeyde kan kaybetti. SSCB’nin kapitalizme entegre olmasıyla birlikte; dünyada işçi sınıfı öldü, sınıflar mücadelesi bitti tezleri büyük ölçüde popüler bir hâl aldı. Bu ideolojik saldırıdan küresel düzeyde sosyalist hareketlerde ciddi etkilendi. Bir çoğu işçi sınıfının eski devrimci gücünün olmadığını iddia ederek, yeni arayışlar içerisine girdiler. Ekoloji, feminizm, etnisite gibi sivil toplumculuğun siyasal hattına teslim olup entegrasyon sağladılar. Sendikalar ise, neo-liberal dönüşümün getirdiği değişime göre bir örgütlenme ve eylem programı geliştiremediler. Yalnızca büyük işyerlerinde kadrolu işçiler arasında örgütlenip, iş yeri düzeyine indirgenmiş ücret sendikacılığını gerçeleştirdiler. İşsizler, güvencesizler, taşeron, mülteci, göçmen işçiler sendikal bürokasinin menzilinin hep dışında kaldı. Talep olarak taşerona kadro istensede ve bu eksende kısmi mücadeleler yürütülmüş olsada üye sayılarını yükseltme hedefinden başka bir perspektife sahip değildi. Sendikal bürokasi menzili dışında kalan bu alan çığ gibi büyümekte, örgütsüzlüğe, güvencesizliğe, geleceksizlikle başbaşa bırakılmaktaydı.

İşsizler Güvencesizler Hareketi Neden Önemlidir

*) 80’li yıllarlardan bugüne işçi hareketi varolan haklarını genişletmekten çok eldeki kazanımlarını korumak ve kullanmak için mücadele etti. Bugün işçi hareketinin elde tutulur bir kazanımı kalmamıştır. Grev hakkı dahi de facto biçimde kaldırılmıştır. Sendikal bürokasinin yeni kazanımlar elde etme gibi bir amacı yoktur, yasalara uygun şekilde ücret sendikacılığından öteye gitmeyen bir çizgiye saplanmıştır. Bunun dışında mücadele hattının gelişmesinin önündeki en büyük engel yine kendisidir.
*) Hiçbir güvencesi ve hakkı olmayan bu kesimleri harekete geçirmek, yeni kazanımlar elde etmek için mücadeleye girmenin önünü açma potansiyeli taşımaktadır. Ekonomik temellerlle başlıyan mücadelelerin kitleselleşmesi devletin baskısıyla karşılaşınca sınıfsal keskinliği net olan siyasallaşma sürecini beraberinde getirecektir.
*) Bu kesimlerin teşkilatlanması sendikalar dışında bir emek hareketinin yaratılabileceğini gösterecek ve sendikal bürokasi üzerinde basınca yol açacaktır.
*) Bu kesimlerin girişeceği mücadelenin kitleselleşmesinin yolu fiili meşru mücadeleyle olabilir. O yüzdendir ki bu kesimlerin mücadelesi doğası gereği yasalara sığmayan bir hatta yürümeye mahkumdur.

Sendika Komiteleri

Makalemiz boyunca sendikal bürokasinin işçi hareketini dizginleyen rolünden bahsettik. Sendikal bürokasiye karşı içeriden müdahale etmenin yolu tabanda oluşturulacak anti bürokatik bir işçi hareketinden geçmektedir. Bu hareket sendikal liderlik yarışındaki ayak oyunları mücadelesinden farklı olarak sendikal bürokasisini ortadan kaldırmaya yönelik bir program dahilinde yürütülmelidir. Sendikal bürokasiye karşı muhalefet programını şu şekilde somutlayabiliriz:

  • 1.) Sendikaların her kademesinde atama yöntemi kaldırılsın!
  • (2.) Tüm temsilcilikler ve yönetim işçilerin oyuyla seçilsin!
  • (3.) Seçilen yönetici ve temsilci gerek görüldüğünde görev süresi dolmadan geri çağrılabilsin!
  • (4.) Tüm toplu sözleşme taslakları işçilerin katılımıyla ve oylamasıyla hazırlansın!
  • (5.) TİS görüşmeleri tüm işçilerin izleyebileceği açık ve şeffaf hale getirilsin!
  • (6.) Sendikada istihdam edilecek tüm görevliler, işçilerin onayıyla gerçekleşsin!
  • (7.) Sendikaların tüm muhasebesi işçilere açık olsun, harcamalar işçilerin denetiminde yapılsın!
  • (8.) Bir sendika çalışanı sektörde çalışan işçi ortalamasından fazla ücret alamaz!
  • (9.) Sendikacılığın meslek olmasının önüne geçilmesi için; tabandan yeni kadro akışının sağlanması için tüm kademe yönetimlerde iki dönem sınırlaması getirilsin!

Patronsuz Düna (Türkiye)