Beyaz Rusya’daki diktatörlüğü yenmek!

Beyaz Rusya’daki kriz, küresel durumun git gide artan istikrarsızlığıyla bağlantılıdır. Birçok başka ülkedeki gibi, ki buna Rusya (Uzak Doğu Federal ilçesinde) ve Bulgaristan da dahildir, kitleler otoriter iktidarlara karşı seferberliğe başlamışlardır.

Lukaşenko, SSCB’nin dağılması ve bürokrasi tarafından kapitalizmin geri getirilmesi öncesinde Stalinist bir kariyerin tüm basamaklarını tırmanmıştır. 1994 senesinde yolsuzluk ve mafyaya karşı kampanya yürüterek Başkan seçilmiştir, bu da onun tüm rakiplerini devirmesine ve devlet aygıtına kendi adamlarını, hatta ailesini yerleştirerek kendi mafyasını kurmasına imkân vermiştir. Her defasında protesto gösterileri yapılsa da, bu tarihten itibaren demokrasiye uymayan ayak oyunları ile ve sandıklara sahte oy pusulası doldurarak 2001, 2006, 2010 ve 2015 senelerinde aralıksız yeniden seçilmiştir.

Büyük devlet müesseselerinin muhafaza edilmesi ile ticaretin %50’sini oluşturan ve kamu borcunun %50’sini elinde tutan Rus kapitalizmine oldukça bağımlı ekonominin bir kısmının özelleştirilmesi arasında gidip gelen Lukaşenko, kamu sağlık hizmetleri, güvenceli iş, eğitim hizmetleri gibi SSCB döneminin işçi sınıfı için bazı kazanımlarını muhafaza etmiştir. Tabii ki bunu komünist kanaatinden dolayı yapmamıştır:

Almanya’nın tarihi, bazı noktalarda öyle ya da böyle Beyaz Rusya’nın tarihinin bir kopyasıdır… Hitler döneminde, bu süreç doruk noktasına ulaşmıştır. Bu, bizim başkanlık sistemine dayalı bir Cumhuriyet ve onun başkanının rolü görüşümüze tamamen uymaktadır. (Aleksandr Lukaşenko, Handelsblatt, kasım 1995)
2020 senesinin ağustos ayının başında, bir rakibini hapse attıktan ve başka rakiplerinin aday olmasını yasakladıktan sonra yeniden başkanlık seçimlerine aday olmuştur. Fakat alışık olduğu demokrasi karşıtı süreçler bu defa Beyaz Rusya’yı da etkileyen koronavirüs salgınından evvel başlamış ve bu salgının ardından derinleşmiş olan küresel ekonomik krizin tesiriyle birleşmiştir. Ekonomik imkanları Suriye’deki harp ve petrol fiyatlarıyla beraber eriyen Putin, zaten Rusya’nın Beyaz Rusya’ya verdiği sübvansiyonları azaltmıştı. Ekonomik şartların kötüleşmesinin, gerçek maaşların düşüşü, işsizliğin ortaya çıkışı, çalışma koşullarının bozuluşu, güvenceli iş kontratoların yerine güvencesiz sözleşmelerin gelişi, vs. gibi etkileri olmuştur. Tüm bunlar, Lukaşenko’nun tekrar seçilmesini çok daha sorunlu bir hale getirmiştir. En önde gelen muhalif hapse atılmış olduğu için, onun karısı, Svetlana Tikanovskaya, diktatörden seçim sandığı vasıtasıyla kurtulma umutları ve yanılsamalarını etrafında toplayarak Lukaşenko’ya karşı adaylığını koymuştur.

7 ağustos tarihinde, Lukaşenko reylerin %80’i ile galip ilan edilmiştir. Hile o kadar bariz olmuştur ki, seçimlerin iptali ve Lukaşenko’nun görevden uzaklaşması için gösteriler yapılmıştır. Gösteriler günden güne büyümüştür. Buna derhal baskı cevap vermiştir, yani yüzlerce kişi gözaltına alınmış, gözaltına alınan göstericiler dövülmüş, göstericilere hakiki mermilerle ateş açılmıştır. Göstericiler daha da büyük sayılarda protestolara devam etmişlerdir. 16 ağustos pazar günü, yüz binlerce kişi Minsk kentinde toplanmıştır.

Ancak yeni olgu, diktatöre karşı işçi sınıfının kendi yöntemleriyle, yani genel şûralar ve grevlerle sahneye çıkışı olmuştur. 17 ağustos tarihinde, simgesel traktör fabrikası MTZ, potas madenleri, gübre fabrikaları da dahil olmak üzere 30 büyük şirket greve gitmiştir ve ülke çapında genel grev çağrıları yapılmıştır. Aynı gün, başkan Lukaşenko MTZ fabrikasına siyasetini savunmak için helikopterle gitmiş, ancak işçiler tarafından yuhalanmıştır.

Bununla rağmen, genel grev yerine grevler yapılmıştır. Şûralar oluşmuştur, ancak merkezi grev komitesi kurulmamıştır, bazen grev komiteleri, bazen de kolektifler oluşmuştur. Grevci işçilere karşı Lukaşenko’nun açık bir şekilde kullandığı işten çıkarma tehdidinin meydana getirdiği korkuyu yenmek, grev komiteleri yöneticilerinin gözaltına alınmasına mani olmak ve işçi kitlelerini genel greve çekmek için açık bir siyasi yönelim gereklidir.

Peki ama Lukaşenko’ya muhalefeti kim yönetmektedir? İşçi sınıfını kendilerine kendi amaçlarına ulaşmak için destek olmaya çağıran burjuvazi ile küçük burjuvazinin bir fraksiyonu. Hakikaten de muhalefet 14 ağustos tarihinde bir koordinasyon konseyi kurmuştur, ki bu konseyin seçilmemiş ancak “temsil edilebilirliği” sebebiyle “iş, hukuk, spor çevrelerinden ve sivil toplumdan” atanan 70 mensubu bulunmaktadır. Üstelik bu konseyin programı kanunlara uymaktır: ona göre yeni seçimler elde etmek için Lukaşenko ile görüşmek gerekmektedir…

Bu tarihten beri, eylül ayının her pazar günü, sivil vasıtalarda kar maskeli polisler tarafından yüzlercesi gözaltına alınmak suretiyle artan baskıya rağmen göstericiler Minsk şehrinde ve diğer kentlerde toplanmaktadırlar. Başka göstericiler bu baskıdan kaçabilmek için buluştukları mahallelerin girişlerine polisin gelişini haber verecek gözcüler yerleştirmektedirler. Her şey, muhalefetin savunduğu diktatörlük ile barışçıl görüşme isteğinin sadece Lukaşenko’ya hapislerini doldurma imkânı sağladığını, işçi sınıfı ile gençliği silahsızlandırarak bir çıkmaza götürdüğünü göstermektedir.

Bu denli korkak bir muhalefetten güç alan Lukaşenko, istediği gibi baskı uygulayabilmektedir. Tabii ki hiçbir şekilde müzakerelere başlama niyeti yoktur, muhaliflerini “lağım fareleri” ve “suçlular” olarak tanımlamaktadır. 23 eylül tarihinde, göstericilerin karışmamaları için resmi altıncı dönem göreve başlama merasimi son derece gizli bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

Lukaşenko, Putin’in desteğine dayanmaktadır. Rus emperyalizmi iki şeyden korkmaktadır: ilk olarak rejim doğuda gösterilere maruz kaldığı sırada Beyaz Rusya’daki seferberliğin Rusya’ya sıçramasından çekinmektedir ve muhalif Aleksey Navalni’yi zehirlemiştir, ikinci olarak ise diğer emperyalizmlerin, bilhassa Amerikan, Alman ve Fransız emperyalizmlerinin bunu fırsat bilip Beyaz Rusya’daki baskın konumunu sorgulamalarından çekinmektedir.

Fakat zaten krizle uğraşan ve menfaatleri farklı olan batılı burjuvaziler, bu aşamada son derece temkinli davranmaktadırlar. Ve emekçilerin grevleri Rus burjuvazisini endişelendirdiği gibi batılı burjuvazileri de kaygılandırmaktadır.

En yakın geçmişteki kitle başkaldırmalarını anacak olursak Sudan, Irak, Cezayir, Keşmir, Lübnan, Mali, Tayland ve Beyaz Rusya’daki yozlaşmış ve otoriter iktidarlara karşı gelmeler, her ne kadar kendi özelliklerini barındırsalar da, belirleyici ortak bir özelliğe de sahiptirler: burjuvazi ile küçük burjuvazinin fraksiyonları bu başkaldırıların yöneticiliğini yaptıkları sürece, şu veya bu konuda bazı kozmetik tavizler koparsalar bile eski düzeni kökten değiştirmekte kuvvetsiz, kanunlara uyan ve seçimlere dayanan bir çizgide kalacaklardır.

Komünistler, tüm ülkelerde mevcut toplumsal ve siyasi düzene karşı her türlü ihtilalci harekete destek veriler… Hiçbir zaman, emekçilerde proletarya ile burjuvazi arasındaki şiddetli karşıtlığın açık ve net bilincinin oluşturmayı ihmal etmezler. (Marks, Komünist Parti Manifestosu, 1847)
İşçi sınıfı, tüm demokratik meseleleri kapsayan ancak bunlarla sınırlı kalmayan kendi talepleri ve iktidarın fethini, burjuva devletin imha edilmesini, bir işçi hükumeti kurulmasını da de ihtiva eden kendi hedefleri etrafında teşkilatlanmalıdır. Emekçilerin teşkilatlanması, işçi hareketinin mücadelelerde işlenen yöntemlerinin en iyilerini kullanmalıdır: genel grev, gösterilerin ve grevlerin öz müdafaası, şûralar tarafından seçilen ve görevden alınabilen komiteler, mücadelenin şirket ve mahalle komitelerinin merkezi bir komitede siyasi olarak merkezileştirilmesi, proletaryanın silahlanması… Bu koşullar yerine getirilirse, işçi sınıfı seferberliğin belirleyici unsuru olabilir ve seferberliği zafere taşıyabilir.

26 eylül 2020