Erdoğan rejiminin emperyalist hedefleri arttıkça, otoriterleşme sürecide artmıştır. Özellikle Cumhurbaşkanı olduğundan beri Başkanlık hedefini yüksek sesle dile getirir oldu. Bu hedefin ilk sınandığı yer 7 Haziran seçimleri oldu. Bu seçimlerden hüsranla çıkan Erdoğan rejimi, bu amacından asla vazgeçmedi. 7 Haziran seçim sonuçlarını beğenmeyen Erdoğan rejimi, bu amacından asla vazgeçmedi. 7 Haziran seçim sonuçlarını beğenmeyen Erdoğan diktatörlüğü, Kürdistan’da başlatığı sömürgeci kirli savaş ve bombalı intihar saldırıları ile tüm burjuva demokrasisini rafa kaldıran, kendisine fiili başkanlığı uygulama alanları açtı. 15 Temmuz başarısız askeri darbe girişimiyle birlikte, defacto başkanlığını ilan etme ve uygulama süreci başlattı. 15 Temmuz sonrası Türkiye’deki siyasi rejim OHAL ve KHL’larla yönetilen bir rejime evrildi. Kayyumlar, ihraçlar tüm toplumsal muhalefet üzerinde demir yumruk, seçilmiş vekillerin rehin alınması olağan yönetim biçimine dönüştü. Bu defacto(Fiili Başkanlık) rejimi anayasal bir güvence altına almak için MHP’nin desteğiyle referandum sürecine girilmiştir. Erdoğan rejiminin bu düzeyde otoriterleşmesi ve burjuva demokrasisinin tamamını rafa kaldırma süreci onun kişisel iktidar hırsıyla açıklanamaz. Onun temsil ettiği sınıfın çıkarlarından ve küresel çapta büyüyen kriz, savaş konjektüründen bağımsız olarak ele alınamaz. Bu süreç burjuva demokrasisinden bir sapma değildir. Emperyalist kapitalist sistemin olağan işleyiş kurallarıdır.
Yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayıp, meclisi fiili olarak işlevsiz hâle getiren başkanlık referandumunda Erdoğan sağ seçmenin tamamını dahi ikna etmeyi, aynı cephede toplamayı başaramadı. Tüm devlet imkanlarını kullanarak yapılan evet kampanyaları ve hayır cephesinin üzerinde ağır baskıya rağmen; 16 Nisan referandumu 2002’den beri Erdoğan’ın ençok ecel teri döktüğü seçimler oldu. Saray rejimine açık çek veren MHP dahi tabanın tamamını Evet’e ikna edememiştir. Bu durum Erdoğan rejiminin toplumda uyguladığı tüm politikalara rıza üretemez konuma geldiğinin en açık göstergesidir. Bu saatten sonra Erdoğan rejimi OHAL ve KHK rejmi olmadan iktidarını sürdürme olanağı kalmamıştır.
CHP’den, HDP’ye, Sosyalist solun tamamına yakınına, MHP’in önemli bir kısmından irili ve ufaklı birçok muhafazakar sağ partiye varıncaya dek geniş bir hayır yelpazesi oluştu. Referandum çalışmasında sol, sosyalist güçlerin hayır kampanyası; parlementetist, pasifist bir çizgiyi aşmayan bir noktadaydı. CHP’nin çizdiği Hayır kampanyasının ideolojik hattını aşamayan pratik sergilendi. Kampanyanın merkezine sınıfsallıktan uzak, birleşik işçi cephesi oluşturma hedefinden yoksun, Erdoğan’ın mutlak iktidarına karşı eski ayrıcalıklarını geri isteyen kemalist burjuva kliğin; Cumhuriyet, laiklik, anayasal düzen, hukuk üstünlüğüne hapsolmuş ideolojik zeminde hayır kampanyası yürüdü. HDP’de dahil olmak üzere, referandum kampanyasında ulusalcı tabanı ürkütmemek adına Erdoğan’ın Kürdistan’da yürüttüğü sömürgeci savaşa karşı bir argüman geliştiremedi. Salt bir pasifist barış, demokrasi şöylemlerinden öteye geçmeyen hayır kampanyası yürütüldü. Daha önceki referandum öncesi yazımızda da belirttiğimiz gibi: » Toplumun farklı siyasal özne ve sınıflarından hayır sesleri tüm baskılara rağmen görünür şekilde artmaktadır. Herkesin hayır gerekçesi farklıdır. Biz komünistler hayır diyen birbirinden farklı siyasal özne ve sınıflardan farklı olarak, kendi programımız dahilinde sınıfsal bir perspektif dahilinde Hayır’ın pratik ayaklarını örmek zorundayız. Hayırcı kanadın ezici çoğunluğu, Cumhuriyet, laiklik, anayasal düzen, hukuk üstünlüğü, yaşam biçimine müdahaleye olan tepki üzerinden muhalefetini örmektedir. Son tahlilde bu talebin özü şudur: »AKP gitsin onu yaratan düzen kalsın » « [1]
Referandum sürecinde devrimci bir perspektiften yoksun bir şekilde giren sol, sosyalist siyasal özneler referandum sonrasında gelişen muhalefeti ileri bir seviyeye taşıyamamıştır. Düzenin büyüyen krizine paralel olarak sosyalist yapılar ciddi bir ideolojik kriz yaşamaktadır. AKP’nin kök saldıkça, CHP’nin ideolojik, politik argümanları ekseninde kendini varetmeye çalışan bir sosyalist hareket mevcuttur.
16 Nisan referandumundan sonuçları herşeyden önce; Erdoğan rejiminin meşruiyetini kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. 16 Nisan referandumu 1 milyon 377 bin oy farkıyla kabul edildi. Mühürsüz 1.5 milyon civarında şaibeli oy gün yüzüne çıktı. Bundan önceki seçimlerde de küçük bir azınlığın tekrlarladığı oy çalma iddiaları vardı. Bu seçimlerde hile yapıldığını yığınlar gördü. Erdoğan yapılan itirazlar konusunda « Atı alan Üsküdar’ı geçti » şöyleminde bulundu. YSK yapılan itirazları kabul etmedi. 16 Nisan seçimleri Türkiye siyasi hayatının en şaibeli seçimleri arasına girmiştir. Seçimin, parlamentonun, yargının kısaca tüm burjuva devlet aygıtlarının varlığı ve meşruiyeti geniş kitleler tarafından sorgulanır oldu. 16 Nisan seçim sonuçlarından çıkaracağımız en önemli sonuç burjuva devlet aygıtları ve burjuva demokrasinin meşruiyetini yitirdiğidir. Devrimci alternatifleri en yüksek sesle dile getireceğimiz ve karşılık bulacağı sürece girmiş bulunmaktayız.
İlk 5 büyük şehrin 4’ünde( Bursa’da da az bir farkla evet kazandı) hayır çıktı.
Sanayi kentlerinde ve Kürdistan’da tüm seçim hileleri ve baskılara rağmen hayır kazanmıştır. Kürt yoksulları ve işçi sınıfında Erdoğan diktatörlüğüne karşı muhalefet dinamiğinin olduğunun göstergesidir. İşçi sınıfının ve ezilenlerin birleşik cephesinin inşası için olanakların oluştuğunun açık göstergesidir.
16 Nisan seçimlerinden sonra; şaibeli seçimlere karşı protesto gösterileri gelişti. Fakat bu gösteriler ileriye taşınamadı. Eylemler belli bölgelerde kaldı; emekçi semtlerine ulaşamadı. Seçim sonuçlarını protesto gösterileri başlayınca ilk olarak CHP bu gösterilerin büyüyüp kendi kontrolünden çıkmasından korktu. Kitleyi ve kendi tabanını pasifize eden, bu süreci AHİM’de hukuk süreci ile hak arıyacağını beyan eden tutum sergiledi. » Hayır biz kazandık » sloganını merkezine koyan gösterilerin genel çizgisi seçimlerin iptaline yönelikti. Sosyalist yapılarda bu sürece devrimci bir perspektif ve açılım getiremedi. Genel talep çöken meşruiyetini yitiren parlamenter sistemi ve burjuva hukukunun tekrar yoluna girmesi eksenindeydi.
Erdoğan referandumdan sonra ilk yaptığı iş; OHAL’i uzatmak oldu. Yeni anayasa değişikliği paketi ile OHAL ve KHK’larla yönetilen rejmini anasayal güvence altına aldı. 2019’u beklemeden partisinin başına geçen Erdoğan; partisinde ortaya çıkacak çatlakları engellemek için tüm inisiyatifi kendi eline almaya çalışmaktadır. OHAL’siz, KHK’sız, tüm burjuva devlet aygıtlarının kontrolünü kendi şahsına bağlamadan yönetebilme şansı kalmamıştır. Önüne geçilemeyen kriz ortamında ve Hergeçen gün mayalanan küresel savaş koşullarında, dış politikası komple çökmüş, kendi açmazlarını içinde yaşamaktadır. Erdoğan rejimi siyasi krizlere gebedir. Erdoğan rejimi çok güçlü olduğu için ayakta kalmıyor. Devrimci bir cephe ve alternatif olmadığı için ayakta kalıyor.
Erdoğan özellikle Cumhurbaşkanı olduğundan beri, Başkanlık hedefini yüksek sesle dile getirmeye başladı. Tüm siyasi vaadlerini Başkanlığa bağlamıştır. Toplumda buna rıza üretmek için; ekonomiden, dışpolitikaya tüm olumsuzların ve başarısızlıkların nedenini başkanlık sisteminin olmamasına bağlamıştır. Erdoğan artık Başkanlık sihirli değneğini eline aldı. Ekonomik büyüme, refah, huzur,güçlü Türkiye gibi Başkanlık bolonuna hapsettiği tüm vaatleri birer birer çökmekte, Başkanlık balonu patlamaktadır. Yıllardır Başkanlık şablonuyla ürettiği siyaset malzemesi tükenmiştir. Toplumda iktidarı için rıza üreteceği somut bir vaadi kalmamıştır.
Erdoğan’ın iktidarının ilk dönemindeki ekonomik büyüme ve refah dönemi bitmiştir. Bunun nedeni 2008’den sonra başlayan bir türlü önüne geçilemeyip büyüyen kapitalist krizdir. Büyüyen kriz, savaş, ırkçılık, baskı, otoriter rejimler konjektürü dünya çapında yaygınlalmaktadır. Erdoğan’ın bu düzeyde otoriterleşmesi ve Türkiye’de önüne geçilemeyen krizi bu durumdan bağımsız olarak ele alamayız. Tüm çablara rağmen Erdoğan diktatörlüğü; kriz, ekonomik küçülme, enflasyon ve işsizliğin önüne geçmemektedir. OHAL koşulları altında işçi sınıfının tüm kazanımlarına saldırıda bulunulmaktadır. Referandum sonrası ilk yapılan icraatlardan biri kıdem tazminatının fona dönüştürüp, fiili olarak kullanılamaz hâle getiren yasanın çalışmalarına başlamak oldu. OHAL koşullarında sürekli olarak grevler yasaklanmaktadır. OHAL koşulları ve tüm baskılara rağmen, sınıf mücadelesi yinede gözle görülür bir canlılık içinde olmuştur. Kriz koşullarının sınıf dinamiklerini yeşertiğinin bir göstergesidir. 2017 yılının başında EMİS grevi Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmıştı. Sendikanın uzlaşmacı, pasifist tutumuna rağmen tabandan gelen basınçla, yasağa rağmen grev fiili olarak devam etti. Sendikanın işçiye dönüş yapmadan kapalı kapılar ardında olduya bityiye getirerek yaptığı sözleşmeyle grevin büyümesi engellenmiş oldu. Son olarak cam işçilerinin grevide Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklandı, fakat cam işçileri bu yasağa boyun eğmeyerek direnişe devam etti. Şişecam patronu ile Kristal-İş patronu arasında uzlaşma sağlanarak belli kazanımlar elde edilerek grev son buldu. OHAL koşullarında ekonomik taleplerle başlayan grev ve direnişler Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmaktadır. İşçilerin yasağı tanımayan mücadelesi, ekonomik taleplerle başlayan mücadele , devletin yasağına karşı siyasal bir mücadeleye evrilme dinamiklerini kendi içinde barındırmaktadır. Böyle durumlarda, mücadelenin diğer fabrikalara ve iş kollarına yayılıp, sermaye devleti ile karşıkarşıya gelmekten korkan sendika bürokrasisi olabildiğince uzlaşmacı ve pasifist bir tutum sergilemektedir. Mücadeleyi iş yerlerine hapsedip, radikaleşmeden en kısa sürede uzlaşmanın yollarını aramaktadır. Devrimci parti eksikliği burada kendini göstermektedir. OHAL; demokrasi isteyen insanların kitlesel eylemiyle değil, işçi sınıfının topyeküm genel greviyle ortadan kalkar. Grev yasaklarına direnen sınıf mücadelesi pratikleri bu yolun açılışını verecek dinamiklerdir. Proloter devrimci güçlerin görevi; grev yasağına rağmen devam eden mücadeleyi diğer fabrika ve iş kollarına yayılmasını sağlayan pratik çablar içerisine girmektir. Büyüyen kriz ve yeşeren sınıf dinamikleri koşullarında Birleşik İşçi Cephesi stratejisinde bir çalışma örmek asli devrimci görevlerimizdendir.
Suriye’deki tüm hedefleri çöken Erdoğan rejimi, YPG’nin ve Kürt hareketinin bölgedeki pozisyonuna müdahale edemez duruma gelmiştir. Dış politikası çöken Erdoğan, güçlü Türkiye naralarıyla milliyetçiliği yükseltip, iktidarına meşruiyet kazandırarak ve sağlı sollu milliyetçi hayır cephesini kendisine yedekleme hamlesine girmiştir. Bu ihtiyacın bir sonucu olarak referandum sonrası Kürdistan’da sömürgeci savaşı büyütme girişimde bulunmaktadır. Erdoğan için iktidarına toplumsal meşruiyet yaratmanın, kriz, işsizlik gibi durumların bir sosyal patlamaya mahal vermesini engellemek için Kürt düşmanlığı dışında başka kartı kalmamıştır. Bu durum Kürdistan’da yeni bir serhildanın dinamiklerini tetikleme potansiyeli taşımaktadır. Bu kirli savaşı her platformda teşhir etmek, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak, sağlı sollu hiçbir milliyetçiliğe pirim vermemek biz proloter devrimcilerin enternasyonal görevleri arasındadır.
Şaibeli referandum sonuçlarından sonra burjuva devlet aygıtlarının tüm meşruiyetini yitirmiştir. Parlenento ve seçimlerin nasıl bir aldatmaca olduğunu en geniş kitlelere anlatabilmek için en uygun koşullar oluşmuştur. Bu koşullarda meşruiyetini yitirmiş, devlet aygıtlarının resterasyonunu sağlayıp, ona yeni meşruiyet alanı açan çözümler devrimci çözümler değildir. Soldaki zincirsiz kurucu meclis talepleri, meşruiyetini yitirmiş devlet aygıtlarına bu durumdan rahatsız olan burjuva kliğin bir kısmıyla burjuva demokrasisinin yeniden resterasyonunudur. Burjuva demokrasisini restore etmek, komünistlerin görevi değildir. Demokrasiyi korumak ve sınıf mücadelesinden ayrı tutulamaz evet. Lakin ıskalanan gerçek şudur ki ; sınıf mücadelesini sürdürmek için komünistler gerekli hakları kendine has araçlar ve kapitalist devletin işleyişini sorgulatan geçiş talepleriyle gerçekleştirir. AKP iktidarının bugünkü durumu, burjuva demokrasisinden bir sapma değildir, burjuva demokrasisinin kaçınılmaz sonuçlarındandır. Tüm burjuva demokratik aygıtlarının meşruiyetini yitirdiği Türkiye’de komünistlerin görevi işçi devletinin temellerini temsil eden Sovyet oraganlarının alt yapısını oluşturma çabasına girmektir. Sovyetik temelli doğrudan demokrasi araçları ve öz örgütlenme araçlarının inşası için seferber olmaktır. Türkiye’de burjuva demokrasisinin tüm aygıtları meşruiyetini kaybetmiştir. Bu durum burjuvazinin sorunudur. Biz komünistlerin görevi; işyeri, iş kolu, havza, kampüs, mahale ve semtlerde meclis, komite, forum, konsey gibi öz örgütlenme araçlarını inşa edip yaygınlaştırmaktır. Sermaye devletinin varlığını sorgulatan geçiş talepleri etrafında örgütlenmektir. Zincirsiz kurucu meclis talebi; liberallerin, eski ayrıcalıklarını geri isteyen burjuva kliklerin siyasi temsilcilerinin, reformistlerin, sosyal demokratların dönemsel talebi olabilir ama işçi sınıfın ve komünistlerin talebi olamaz.
Erdoğan rejiminin her ne kadar emperyalist emelleri Suriye’de çökmüş ve Suriye masasından kaybeden taraf olarak kalkan olsada, Ortadoğu’da büyüyen emperyalist paylaşımdan pay alma hedefinden vazgeçmeyecektir. Bu noktada sınır ötesi operasyonlarına içerde ve dışarda yürütülen savaş politikaları salt liberal eksenli pasifist barış şöylemiyle karşı duruş sergilemek komünistlerin işi değildir. Gerçek düşman dışarda değil, içerde. Silahı kendi burjuva devletine çevir ile özetleyebileceğimiz; Bolşevizmin bize mirası olan Devrimci yenilgicilik ekseninde savaş karşıtı, ajitasyon ve propaganda çalışmalarına tüm gücümüzle yerine getirmek tarihsel sorumluluğumuzdur.
Referandumdan sonra tüm devlet yönetiminin aygıtlarının kontrolünü kendine bağlayan Erdoğan diktatörlüğü, savaş ve sosyal patlama dönemlerinde hiç olmadığı kadar sertleşebilir. Kendi silahlı sivil faşist gruplarını hazırda tuttuğu gözle görülür bir gerçektir. Devrimci güçlerin kendi özsavunmalarını sağlayacak, milis güçlerinin örgütlenmesine başlamaktan başka çaresi yoktur.
Referandum ile birlikte anayasal bir güvence altına alınmış, tüm emekçilerin ve ezilenlerin hayatını zindana çevirmeye and içmiş bir iktidar var. Bu sürece işçi sınıfının devrimci partisinin ve birleşik işçi cephesinin eksikliğinde giriyoruz.
Tarihsel ve politik referanslarımızı, Komiternin ilk 4 kongresinde cisimleşen, onun sürekliliğini sağlayan Troçki’nin geçiş programında somutlaşan, 1940 4. Enternasyonal manifestosuda somutlaşan Bolşevizmin ışığında; işçi sınıfı ve gençlik içinde komünist çekirdekler örgütleyip partilileşme ve cepheleşme ekseninde, komünist propaganda, ajitasyon ve örgütlenme faaliyetlerinden ödün vermeden yola devam etmek, politik varlığımızı sürdürmenin tek sigortasıdır.